Osmanlı Belgelerinin Dili
Onca yağmalamaya, onca ihanetlere rağmen milyonlarca Osmanlıca vesika günümüze kadar ulaştı ve başta Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı olmak üzere birçok resmi kurumlarımızca bunlar muhafaza edilmektedir. Kimbilir Osmanlı'nın hüküm sürdüğü ve bugün elimizde olmayan topraklarda belki milyonlarca vesika, kitap, defter kalmıştır. Bunların varlığını Osmanlı'nın her şeyi kağıda dökme çalışmalarından anlayabiliriz. Dünyada hiçbir medeniyet Osmanlı kadar yazıya önem vermemiş ve resmi yazıları kalıcı olarak muhafaza etme gayretini sergilememiştir. 'Söz uçar, yazı kalır.' sözü bizim atalarımızda hayat bulmuştur.
Bütün bunlar bir tarafa bir vesikayı alıp okuduğunuzda bize o kadar çok malumatı gözümüzün önüne seriyor ki adeta bütün bir tarihi, bir sinema şeridi gibi gözünüzün önünden geçiriyorsunuz. Her arşiv vesikası ayrı bir ders verir bize; hat türünden, içeriğinden, katibin halet-i ruhiyesine, katibin maharetine kadar çok hissin bizde uyanmasına vesile olur. En önemlisi de, bazılarının bakıp, 'Arapça mı okuyorsun?' sorusuna, 'Hayır, bu Türkçe.' demek ve ecdadımızın 1000 seneden fazla bu alfabeyi kullandığını ama 6 küsur asır boyunca bu alfabeyi en çok kullanan devlet olan Osmanlılarla özdeşleştiği için de Osmanlıca ifadesinin daha anlaşılır olduğunu uzun uzadıya bahsetmek…
"Osmanlıca demek yanlış, Osmanlı Türkçesi denilmeli." diyenler de var. Burada önemli olan husus, bir ibareyi kullandığımızda muhataplarımızın ne anladığıdır. Doğrusu, iki ifade de kullanılabilir ki acizane böyle yapıyorum. Ama ağırlıklı olarak Osmanlıca demeyi tercih ediyorum; hem kısa, hem de ben Osmanlıca kelimesini kullandığımda aklı başında hiçbir kimse bunu, Çince veya Flemenkçe vs. olarak düşünmüyor. Hepimizin zihninde beliren aynı şey.
Arşive yeni başlayanların en büyük serzenişleri; böyle yazı mı olur, nasıl yazmış, okunmaması için mi yazmış… ifadeleridir.
Öncelikle bilmemiz gerek husus; hattat ile kâtip ifadeleri farklı şeylerdir. Hattatlar güzel yazı sanatıyla ilgili çalışmalar yaparken kâtiplerin işi not tutmaktır diyebiliriz. Tabii hem hattatlık hem katiplik yapanlar da yok değil.
Hattatlar yeri geldiğinde tek sayfayı 1-2 günde zor yazarlar. Hatta levhaların yazılışı haftaları bulabiliyor. Hattatlıkta yavaşlık, sakinlik esastır.
Katipler ise konuşma hızına yakın yazı yazarlar. Tıpkı günümüzde adliyede daktilo ile yazan katipler gibi. Osmanlı katipleri çok hızlı yazdıklarından baktığımızda hayran kalacağımız yazıyı beklemek haksızlıktır. Bizler öğrenci sıralarında iken hocalarımızın söylediğini kaçırmamak adına not tutarken 'çivi yazısı' tabir ettiğimiz şekilde yazardık. Hatta bir arkadaşın latin harfli notunu diğer arkadaşımız okuyamıyorken ve hatta kendi yazımızı bazen biz dahi okuyamazken kalkıp Osmanlıdaki katipleri tenkit etmek merhametsizliktir denilebilir. Velhasıl bazı kaplerin at üstünde, muharebe esnasında yazdığını da düşünürsek aslında şartlar dahilinde güzel de yazmışlar diyebiliriz. Her meseleyi şartlarına göre değerlendirmemiz gerek.
Hazine-i evrak dediğimiz Osmanlı arşivi ile hemhal olmanın faideli cihetlerinden biri de, öğrendiğiniz bir şeyin sizi başka, yeni bilgi öğrenmeye sevk ve teşvik etmesidir. Bir yandan lügat bilginizi, kelimelerin yazışını, kullanılan üslubu öğretirken diğer taraftan tarihi araştırmalara yönlendirmektedir. "Tarih okuyanın aklı çoğalır." diyen İmam Şâfiî'nin bu sözü düsturumuz olmalı.
Ta'lik kırması ile yazılmış olan bu vesikamızda katibin bazı Arapça kelimelerin imlasında hatalar ettiğini görüyoruz. Mesele iki defa geçen 'arazi' kelimesini (آراضی) şeklinde yazması gerekirken ikisinde de 'zı' (ظ) harfi ile yazmış. Yine 'izin' kelimesini (اذن) olarak imla etmek yerine (اذین) tarzında yazmış ki kâtibin ciddi eğitim almadığının göstergesidir.
Bu belgede geçen yer adında, Girindos/Girendos/Gerendos karyesi geçmektedir. Girendos Ankara ili Kazan İlçesi Fethiye Köyünün eski adıdır. Köy adının farklı farklı telaffuz edildiğini görüyoruz. Bu ismi de Ankara'nın İslam'la tanışmadan aldığını, bir kralın üç oğlu olduğunu ve herbirine ayrı ayrı topraklar verdiğini ve o toprakların onların isimleriyle anılmaya başlandığı gibi bilgilerle karşılaştık.
1836 yılına ait vesikamızın özeti; Padişah beratıyla Girendos köyü mutasarrıfı (muhtarı) olan Hocazade İshak imzalı belgede, köy ahalisinden Yusuf ismindeki zatın vefat ettiği ve Yusuf'un kardeşi olan Hacı Ahmed, merhumun büyük-küçük ne varsa arazisini kullanmak için izin istediği ve bu iznin mutasarrıfça verildiğini beyan eder.
Belgenin çevirisi;
Hû
Bâis-i nemîka bin ikiyüz elliüç senesi
Bâ-berât-ı Âlî mutasarrıf olduğum Girendos karyesi ahalisinden Yusuf fevt olub, arazisi mahlûl ve müstehak ve tapusu birader(i) Hacı Ahmed tarafımızdan izin mutâlebesiyle merhûm Yusuf'un cüz'î ve küllî araziye müteallik olan yerleri Hacı Ahmed'e virmişdir. Tarafımızdan ve taraf-ı âhardan kimesne müdâhele eylemeye.
Bende Es-seyyid Hocazâde İshak
Es-seyyid İshak Hakkı (mühür)
Lügatler:
Bâis-i nemîka (باعث نمیقه): Mektubun, yazının sebebi
Bâ (با): -ile. Farsça ön ek
Berât-ı âlî (برات عالی): Padişah beratı, imtiyazı
Mutasarrıf (متصرف): Tasarruf eden, kullanma hakkı olan, idâre âmiri
Karye (قریە): Köy
Fevt (فوت): Ölmek
Mahlûl (محلول): Mirasçısı olmayan ve devlete kalmış
Müstehak (مستحق): Hak etmiş, layık olan
Mutalebe (مطالبە): İstekte bulunma
Merhum (مرحوم): Vefat etmiş, rahmetli
Cüz'i ve külli (جزئی . كلی): Az ve çok
Müteallik (متعلق): Alakalı, ilgili
Taraf-ı ahar (طرف آخر): Başka bir taraf, başka kimse
Kimesne (كیمسنه): Kimse, kişi
Müdahele (مداخلە): Karışma
Bende (بندە): Birinin maiyyetine bağlı kişi, hizmetkar.
Zafer Şık
Arşiv Uzmanı
Not: Osmanlı Belgelerinin Dili başlıklı bu yazımızı Risale Haber'den de okuyabilirsiniz.
http://hazineievrak.blogspot.com adresini kaynak gösterek paylaşabilirsiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder