Mehmet Akif Ne Dedi, Kadir Mısıroğlu Ne Anladı

Mehmet Akif Ne Dedi, Kadir Mısıroğlu Ne Anladı 


Hem Mehmet Akif hem de Kadir Mısıroğlu İslam için çile çekenlerden… Arşiv belgeleriyle de sabittir ki Akif, ahir ömrüne kadar yani yaşlılık döneminde dahi tarassut altında bir hayat yaşadı. Kadir Mısıroğlu, Allah için haykırdıklarından dolayı bir müddet hapis yattı ama daima bildiği hakikati haykırmaya devam etti. Korkmadan…



Ama Mehmet Akif deyip geçmeyin! O sadece bir şair değildi. Aynı zamanda müfessir idi. Müfessir nedir? Kur’an-ı Kerim’i ayet ayet izah edebilecek Arapça bilgisi, hadis, kelam, akaid, siyer, fıkıh vs. bilgisi en üst seviyede olan kişidir. Osmanlı’nın son döneminde gerek dâhilden gerek hariçten gelebilecek suallere cevap verebilecek bir heyet kurulmuştu; Darü’l-Hikmeti’-l-İslamiye. Osmanlı döneminin İslam akademisi denilebilir. Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Elmalılı Hamdi Yazır, Mustafa Âsım, Mehmed Rebîî, Ahmed Râsim Avnî, İzmirli İsmail Hakkı, İzmirli Hâfız İsmail, Ermenekli Mustafa Saffet, Hüseyin Kâmil, Ferid (Kam), Ahmed Şiranî ve Bediuzzaman Said Nursi gibi birçok kıymetli zatlar, üye olarak bu müessesede vazife almıştır. Mehmet Akif de bunlardan biridir. Yani şair kimliğinden önce ve daha da önemlisi bir din âlimi kimliği vardır. Mesleğinin de baytar olduğuna bakmayın!

Bir doktor, başka bir doktoru, tıb ilmi cihetiyle uygulamalarını eleştirebilir. Bir mühendis, kalkıp bir doktorun uygulamasını veya tıp ilmiyle ilgili anlatımlarını eleştiremez. Mühendis de olsa buna hakkı yoktur. Çünkü onun uzmanlık alanı o değildir. Bir doktor da aynı şekilde kalkıp mühendislikle ilgili bir meselede onlara ders vermeye kalkarsa, “Otur, hastalarına bak!” cevabını alır.

Akif’in baytarlık ciheti bir tarafa ön plana çıkan ve kabul gören hususiyetleri; din âlimi ve şair olması. Kadir Mısıroğlu ise kendini zaten açıkça tarihçi olarak vasıflandırıyordu. Özellikle Cumhuriyet dönemi tarihiyle ilgili ifade ve anlatımlarındaki haklılık ve cesaret takdire şayandır.

Yalnız burada bazı hususlara sathi nazarla ve tarihçi edasıyla yaklaşıp “haksız” şekilde Akif’i tenkid etmiştir. Zaten Kadir Mısıroğlu da Akif’e düşman biri değil. Safahat’ta yüzlerce yanlışlar olduğunu bir kısmı da itikadî yanlışlar olduğunu söyler. Kadir Mısıroğlu hocamız en başta kendi ilgi alanı olmadığı ve şiir gibi derin bir mevzua, bir kelimenin sadece kendi anladığından ibaret olduğunu zannederek tarihçi sıfatıyla Akif’in edebi yönünü tenkid etmesi zaten kabul edilebilir durum değildir. Akif’i hakiki manada tenkid edebilmek için evvela hem din âlimi hem de çok iyi bir şair olmak gerekir. İyi dedimse aruzun salasının okunduğu dönemde çok başarılı şekilde aruzu ayakta tutan ve ihya eden bir zattan bahsediyorum. Kadir Mısıroğlu, din bilgisi çok olabilir ama din bilgini değil, şair ise hiç değil. Bu cihette Akif’e bu yönlerdeki tenkidler kale alınacak mahiyette olmasa da Kadir Mısıroğlu’nun Akif aleyhindeki tenkidleri bazı saf beyinlerde en başta bir İstiklal Marşı karşıtlığı belki düşmanlığını doğurdu. Akif’in diğer şiirleri daha bir tarafa… Hatta Akif’i vatan haini, ajan ve gayrimüslim gibi iftiralara Kadir Mısıroğlu’nun bu söylemlerinin çanak tuttuğunu söyleme durumundayız. 

Kadir Mısıroğlu’nun tenkit ettiği bazı meseleleri bir edebiyatçı gözüyle izah etmek istiyorum; 

1- İstiklal Marşı’nın “korkma” ile başlamasına dair tenkidi. Sözü Müslüman korkmaza getiriyor üstad Kadir Mısıroğlu. “Bu yıkılmadan korkuyor demektir.” vs. diyor. İstiklal Marşı 1921’de yazıldı ve kabul edildi. Osmanlı ne zaman yıkıldı peki? 1922’de fiilen, 1923’te resmen... Kadir Mısıroğlu’nun penceresinden bakarsak burada bile Akif’in Osmanlı’nın yıkılacağını görmüş ve yazmış! Ama zaten “korkma”dan kasıt da bu değil. Hicret esnasında Peygamber Efendimiz (sav)’in başına bir şey gelecek diye endişelenen Hz. Ebu Bekr’e nebevi bir teselli sözüdür bu; “Lâ tehaf! İnna’llahe ma’anâ”. Yani; Korkma! Muhakkak Allah bizimle beraberdir. Akif’in korkma kelimesinin ardındaki sır burada; aç canavarlar misali düvel-i ecnebiye Osmanlı’yı yiyip bitirdiği bir hengamda onlara karşı, “sizden korkmuyoruz” demenin bir diğer adıdır buradaki korkma. Velhasıl Kadir Mısıroğlu’nun düşündüğü anlamda olmadığını, aklı başında olan ve başkalarının aklıyla hareket etmeyen herkes anlayabilir diye düşünüyorum.

Bakınız İnb-i Abbas (ra), Zariyat suresinde geçen “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” ayetindeki “li-ya’büdûn” kelimesindeki murad-ı ilahinin aslında “li-ya’rifûn” olduğunu söyler. Yani Allah’ın “Ben insanları ve cinleri ancak beni bilsinler, tanısınlar diye yarattım.” olduğunu söyler. Teşbihte hata olmasın, İstiklal Marşı’ndaki “korkma” sadece benim, senin veya başkasının zihninde beliren ilk anlamdan ibaret değildir. Öyle olsa zaten bu şiir olmazdı. 

 2- Yine İstiklal Marşı’nda geçen “Sana yok, ırkıma yok izmihlal” tenkidi. Irk değil Müslüman kelimesi kullanılmalı mealindeki tenkid. Öncelikle ırk dediği Türkler. Buradaki vurgu da Türklerin Türk kimliği değil İslam dininin kadim nişanesi halifeliğin üamisi olması hasebiyle kullanılmış bir ifadedir. Akif, Bediuzzaman Said Nursi ʻ”hazretlerinin “Türk milleti anâsır-ı İslâmiye içinde en kesretli olduğu halde, dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslümandır. Sair unsurlar gibi, müslim ve gayrimüslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir.” sözünün hakikatini edebiyane ifade etmiştir. İstiklal Marşı'mızın başka yerlerine tenkidi var. Bütün bunlar, şiirin künhüne değil de kabuğuna takılıp kalmaktan kaynaklanmaktadır. 

3- Çanakkale şiirinde geçen, “Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi.” tenkidi. Yani burada ciddi insafsızlık veya anlayış eksikliği var. Burada Bedir harbi şehitlerini tenzil veya tezyif değil bilakis yüceltme var. Çanakkale kahramanları ne kadar yüksek olursa olsun Bedr aslanlarının ayakları daima bir Çanakkale harbi kahramanlarının omuzları üstündedir bir anlam mevcut. Elbette her tarihçi bu zarif ifadeyi idrak edemeyebilir. 

 4- Allah’a isyan tenkidine delil gösterdiği; Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun! 'Yandık! 'diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun! Öncelikle bu tarz şiirlerin hangi halet-i ruhiyede ve hangi koşullarda yazıldığını bilmemiz gerekiyor. Evet, zahirde Allah’a isyan var gibi. Tıpkı Muhyidd-i Arabi hazretlerinin camide vaaz u nasihat ederken cemaate “Taptıklarınız ayaklarımın altındadır.” sözüne binaen asılması ve 2-3 asır sonra Yavuz Sultan Selim gibi bir dâhinin bu sözün şifresini çözüp Arabi hazretlerinin vaaz ettiği yerin altını kazdırıp oradan altınların çıkması gibi bir söz bu da. O dönemlerde birçok ehl-i keşf manevi bir nur beklemişlerdi. Bu intizarı bazı eserlerde okuduğumdan biliyorum. Zira Osmanlı’nın son dönemi çok çalkantılı… Rus harbi, Balkan savaşları, Cihan Harbi, Yunan Harbi, Kurtuluş Savaşı’nın olduğu dönemler. Ehl-i kalp bazı zatlar o dönemde bir nur görüyoruz, bir ferec gelecek diyerek manevi haberler vermişler. Savaşlar bitmiş ama Osmanlı yıkılmış, hilafet ilga edilmiş, medreseler kapatılmış, Kur’an yasaklanmış, ezan Türkçeye çevrilmiş vs. Bu inkılabı görenler, “Keşke savaşlar devam etseydi de İslam’ın mukaddesatı bu hallere düşmeseydi.” diyerek feryad etmişler. Ehl-i keşfin haber verdiği “Nur”un tarihi gecikince veya uzakta gelecek nuru hemen gelecek gibi zannettiklerinden bazı ümitsizliklere neden olmuş ve Akif de burada bir isyan kabilinden değil, hayret ve hikmet kabilinden, “Biz nur bekliyorduk ama sen Allah’ım bize yangın gönderdin, yandık. Daha nice musibet yollasan da biliyorum ki bilmediğim hikmetleri var!” mealinde diyerek bir şiir yazmış. Zamanın koşulları düşünülerek öyle bakılmalı bu tür şiirlere. 

Tabii Kadir Mısıroğlu'nun Akif'in şiirlerine tenkitleri bunlarla sınırlı değil. Akıl ve vicdan ve merhamet sahipleri için yaptığımız izahatın kifayet edeceğini arzu ediyorum. 

5- Abdülhamid Han karşıtlığı. Bir meseleye daima zamanın şartları penceresinden bakılması gerektiğini en çok tarihçiler bilir. Bir asır sonra gelip değerlendirmede bulunmak hatadır. Tarih zaten değerlendirilmez, yaşanmış olaylar belgeleriyle anlatılır ve geçilir. 

Haklı-haksız meselesine geçilmez tarihi konularda. Ki Osmanlı’nın son dönemi her yönüyle karışık! Yıldız Sarayı’nda kim dost, kim düşman belli değil. Abdülhamid de işi sıkı tutuyor. Sıkı dedimse istibdadçı anlamında değil. Saray’da yaşananlarla halka yansıyanlar arasında uçurumlar var ve elbette Osmanlı’ya son darbeyi vurup ortadan kaldırmak isteyenler tek platformda değil her yerde halife aleyhinde yalan yanlış iftira kumpanyaları tertip etmektedirler. Bunun neticesinde işte fikir ayrılıkları baş göstermiştir. Sahabeler döneminde dahi çeşitli fikir ayrılıklarının olduğunu düşünürsek bugün bir müddet Akif’in siyasi mülahazalar neticesinde Abdülhamid’e karşı olması onları birbirine düşman gibi göstermeye gayret sarf etmek veya ikisinden birisini tercih etmeye kadar götürecek kutuplaştırmalar, temcit pilavıvari sunumlara girmek ya cehaletten veya bilinçli bir tefrikanın malzemesi olmaktan başka bir şey değildir. Akif’in bir iki şiirinde Abdülhamid’i zem etmesi hoş karşılanacak durum olmasa da bunların medar-ı bahsle münakaşa edilmesi de bize yakışmaz. Haddimiz de değildir. Her şeyde kaderin bir cilvesi olduğunu da unutmayalım. 

Bu demek değildir ki hataları, inkarları, günahları görmezden gelelim. Pireyi deve, habbeyi kubbe yapmadan evvela kendi nefislerimizin kusurlarına bakalım. Kaldı ki kendi kusurlarını gören başkasının noksanlarını dile getirmekten de haya eder. Bir kusur olsa da bizler bir müminin eksikleri mevzuunda hüsn-i zanna memuruz.

İslam şairi Akif de, İslam’ın gür sesi Kadir Mısıroğlu da bizim için çok çok değerlidir. Göz çapağı abdest bozmaz azizim. Kulağımızı vesveselere ve bizi tefrikaya sevk edecek türlü efkar ve ef’alden uzak duralım.

Vesselam. 


 Zafer Şık

Yorumlar

  1. Elinize sağlık -açıklamalarınız iki zatı da seven ve değerli gören benim için önemliydi. Allah azze ve celle iki merhuma da rahmet etsin.taksiratlarını hasenata tebdil eylesin,makamlarını ali eylesin

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Berat nedir?

Şifre Miftahı ve Osmanlı'da Şifreli Yazışma